Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Denemeler etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Söz Dinlemeyen Çocukla Başa Çıkma Yolları II

                Ebeveyn Çocuk İlişkisi Bahçenize bir marul ektiniz. Zamanla iyice büyümediğini fark ettiniz. Sizce marulun düzgün bir biçimde büyümeyişinin sebebi marulun kendisi mi? Marulu gerektiği gibi büyümediğinden dolayı suçlayabilir misiniz? Makul çözüm, marulun yetişmesini önleyen sebepleri tespit etmekten geçer. Marulun gübreye, daha çok suya veya daha az güneş ışığına ihtiyacı olabilir. Bu nedenle marulu büyümediği için suçlayamazsınız. Eşinizle, dostunuzla, akrabanızla sorunlarınız varsa, onları suçlayabilirsiniz. Gelgelelim, onları suçlamanız tıpkı marulu suçlamanız gibidir. Suçlamanın hiçbir pozitif etkisi yoktur. Aynı zamanda suçlama aklınızı da devre dışı bırakır. Bu nedenle, suçlamayı argüman olarak kullanmayı bırakırsanız, akıl ve karşılıklı anlaşma devreye girer. Anlarsanız ve anladığınızı gösterirseniz; sevebilirsiniz ve değiştirmek istediklerinizi değiştirebilirsiniz. Bir çocuk istenmeyen davranışlar sergilediğinde, sıklıkla ilk tepki onu cezalandırmaktır. Oysa, çoc

Cardamom II

Hayatımızın farklı dönemlerinde geriye doğru gitme şansımız olsaydı nereye giderdik acaba? Kimileri bir saat önceye, bir başkası bir gün önceye, diğeri bir hafta evvele, kimi de bir ay ya da bir yıl önceye gitmeyi isteyebilir. Geçmişten dert yansak da bugün çoğumuz geçmişi arar durumdayız. Yarın Kurban Bayramı. Aynı durum bayramlar için de geçerli. Çoğumuz: “Ah nerede o eski bayramlar” mottosunu diline pelesenk edecektir yarın muhtemelen. Hayatın gerçekleri karşısında hayal içerikli yazılar yazmak çözüm mü? Bugünlerde eskiden olduğundan daha fazla çocukluğuma özlem duyuyorum. Yeni tecrübeler çocukluğuma olan özlemimi artırdıkça artırıyor. Vazgeçecek gibi oluyorum kimi zaman. “Bu iş de tam olmayıversin” diyorum. Sonra “Seyfi” diyorum kendi kendime, “Sen hayatında hiç pes etmedin ki! Şimdi ilk kez pes mi edeceksin?”. Bu soruyu sorunca kendime, bir şeyler değişiveriyor, vazgeçmekten vazgeçiyorum bu sefer. Mücadele etmek, sonuç almaktan kıymetli benim literatürümde. Sonuçsuz kalacak işler

İlk Bayram: Sini ve İyotlu Tuz

             Annem, babam ve babaanneme ithafen... Zihnimin tozlu raflarında en eski Ramazan Bayramımı aradım, bu bayram. Sahi ne zamandı ilk idrak ettiğim Ramazan Bayramı? Hafızamı epey zorladım ama nedense bir şeyler çağrışmadı. Bundan dolayı, şu yaşa gelene dek neden günlük tutmadım diye büyük bir vicdan azabı çektim.  Buyurun elde kalanlara bir bakalım: Sanırım altı yaşındayım. Eski, kerpiç evimizin salonunda, babaannemin odasına açılan kapının eşiğinde oturmuş, evde olan bitenleri izliyorum.  Nasıl bir şey ola ki bu bayram? Evde bir telaş: Yarın bayrammış. Annem, babaannem ve ablalarım evde bir koşuşturmaca içinde. En küçük ablam annemin yeleğinin pöçüğünden tutmuş, annem nereye gitse, peşinde. Annemse, işinin yoğunluğundan burnundan solusa da ona kızmıyor.  Bir yandan temizlik yapılıyor, diğer yandan sarmalar sarılıyor, yemekler hazırlanıyor. Şekerle tanışıklığımız daha eskilere dayansa da çocukluğumda şekerin annemin ellerinde sanatsal bir veçhe kazanmasına şahitliğ

Ölmeden Bir Hafta Önce

Tüm yazıların bir kader olduğu kanaatindeyim. Bu yazıyı yazmanın kader olması gibi. Yazı kaderdir, evet. Eğrek’ten başladım tanımaya küçücük dünyayı, ardından okulun önündeki musalla taşıyla tanıştım.  Okulun bahçesine girdim ve o bahçede “çocukluk arkadaşı” diye kaderimde yazılı olan Emrah’ı tanıdım. Şimdi yazacaklarım da iki çocuğun kardeş(siz)liğinin yazısıdır, yani kaderidir: Bahar gelip mahallede çiçek kokuları birbirine karıştığında arı vızıltıları başlar, yağmur sonrası toprak kokularıyla kuş sesleri birbirine karışır, akşam serininde otlanmaktan dönen hayvanların çanları duyulurdu, mahallenin ortasından geçen yokuşta. Bizim kardeşliğimiz o yokuşun sonunda başlamıştı Emrah’la. İlk kez o yokuşta kavga etmiş ve ilk kez o yokuşta barışmıştık. Şimdi hatırlıyorum da o çocukluk günlerimizi: yemyeşil bahçelerde papatyalar arasında koşup oyunlar oynardık, bahçedeki bahar kokusunu ciğerlerimize çeker, birbirimize şakalar yapar, çimenlere yatar yuvarlarnırdık. Elbiselerimizde çi

Cardamom I

Ne türlü yazılar yazsam bilmiyorum. Zihnimde birbiriyle alakasız müstakil nice konu dolaşıp duruyor. Çocukluğuma sığınıyorum yine: Yazılarımın kalbi çocukluğum. Eğrekten New York'a, New York'tan ne yola gidecek ömrüm bilmezken yine de loş ışıklarda demlenmiş çaylarını özlüyorum annemin. Mumlar yanarken yağan karları, karlar donarken yanan mumları özlüyorum.  Hepsi beyaz: Yanan da yağan da. Çocukluğum böyle benim; yanarken de beyaz saçlarımdan, yağarken de beyaz göz yaşlarımdan. Babaannemin kefeni gibi beyaz, mezara koyarken usulca onu. Gözyaşlarım damlıyor üzerine ve bir daha görememek pahasına üzerine toprak atıyorum istemsizce. Durup başucunda, içim yanarken dualar ediyorum: 'Ona acı Allah'ım! Çünkü o benim çocukluğum, o masum!' Yanar beyaz olan kar ve donar beyaz olan mum. Kar, güneş altında yanarken; mum, güneş altında donar. Gelin görün ki, çocukluğum da öyle. Güneş altında yanan beyaz karlar gibi saftı ama eridi gitti. Soğudukça donan mum gibi, be

Tekne Orucu

Siz bu yazıyı okurken ben çok uzaklarda olacağım. Niyetim o ki, sizi de çok uzaklarda yanıma alacağım. Yollar bakımından değil, yıllar bakımından çok uzaklara gideceğiz: Çocukluğumuza. Eğrekten aşağı indiğim ve yukarıya çıktığım günleri okudum az önce. Kendi kendime dedim ki: "Daha küçük bir çocukken her şeye inandığın o günlerde sana: "dünyanın öteki ucundan çocukluğuna dönüp bakacaksın" deselerdi, buna da inanır mıydın?" Dünyanın neresinde olduğumu bilmediğim o günlerde, inanırdım buna. Şimdi ise inanasım gelmiyor. Kader, öylesine bir senaryoyla kaleme alınmış ki, bu dizinin sonraki bölümünü asla tahmin etmek mümkün değil. Oturup izlemek ve öğrenmekten başka seçeneğimiz yok.  Ramazan ayının soğuk kış gecelerine denk geldiği günlere gidiyorum şimdi. Yedi yaşındayım. Şu halimden neredeyse beş kat küçüğüm. İsmini annemden mi yoksa babaannemden mi öğrendiğimi şuanda hiç hatırlamadığım tekne orucuyla tanışmamın arefesinde, ilk sahurumdayım.  Sahurda d

Gemileri yürütmek mi, yakmak mı?

" ترجو النجاة ولا تسلك مسالكها              إن السفينة لا تجري على اليبس " Ebu'l-Atâhiye (ö. 210), dönemin Abbasi Halifesi Hârun er-Reşîd (ö. 193) kendisinden bir nasihat isteyince ona yukarıdaki beytini okumuştu. Bu, burada bir kalsın hele, biz devam edelim. Bakalım nereye varacak bu yazının sonu.  Tebdîl-i mekanda ferahlık vardır sözüne her zaman inanmışımdır. Tecrübe ettiğim kadarıyla, bir mekanda değişiklik yapmanın avantajları her zaman mevcut. Çünkü yaşadığınız mekan, havası, suyu, neşesi, hüznü, darlığı, genişliği, tüm fiziksel ve ruhsal bileşenleriyle zamanla sizi etkisi altına almıştır.  Bu bileşenler size ferahlık veriyorsa orada yaşamaya devam etmek isteyeceksiniz. Durum bunun tam aksiyse, yaşadığınız mekana saplanıp kalmış bedeninizin içinde, ruhunuz can çekişecektir. Bu nedenle değişiklik yapma fırsatınız varsa hiç beklemeyin, bir ferahlayın. Ama benim gibi şu zaviyeden bakarken bile iç çekeceksiniz emin olun: Ame

Mesafeler

Çok olmuş kalem elden düşeli. Gurbet ellerde üşüdüğümden beri kalem tutamaz olmuşum. Soğuğu başka, sıcağını görmedim henüz bu diyarın. Elim değdikçe kaleme, sırma telleri sızlar yüreğimin şimdilerde. Can yakan bir hasretin gözlerime dizilen taneleri, buğulandırır yazdığım tüm bu satırları. Sevdiklerinden ve sevenlerinden uzak olmak, ta dünyanın bilmem neresinde olmak değilmiş, bizatihi anladım. Aksine mesafeler sevdiklerinin sana ne kadar yakın olduğunu damarlarında hissettiriyor. Tüm sevdiklerin tam yüreğinin üzerinde oturmuş duruyor aslında. Sadece duyularını yitirmiş hissediyorsun. Elini uzattığında dokunamamak, gözünü çevirdiğinde görememek, içine çektiğin nefeste kokularını duyamamak, sevdiklerini özlemek denilen şeyin tarifini veriyor sana. Bir şeyi hakkıyla bilmek tam da bu noktada gerçekleşiyor. Hakkını vererek özlemek bundan gayrısı değil. Mesafelerin senden aldığı tek şey, mesafeler yokken seni sevenler. Mesafeler onları alsın senden zaten. Mesafeler çünkü sana her za

Eğrek IV

Eğrek, mahallemizin yukarısındaki çeşme ve onun etrafındaki meydana verilen isim. Eğrekten yukarıya çıkıldıkça yükseklik arttığı gibi çocukluğum da artıyor. Yukarılara çıktıkça görülen manzaranın içindekiler gibi, yaşım da küçülüyor. Dört beş yaşlarında bir çocuğum o zamanlarda ve annemin köyüyle tanışacağım:.  Cirmioğlu'nun eteklerinden ilerleyen toprak yol, tepeciklerin arasından geçerek annemlerin köyüne varıyor. Sonra kendimi "Aşıoğlu" denilen iki haneli o köyde beş yaşlarında bir çocuk  olarak hatırlıyorum. Sabah namazından önce anneannemin süt kaynatmak için yaktığı kazanların karasını hayatın çilelerine ve o kazanda kaynayan sütün beyazını da çilelerle elde edilen hasletlere benzetiyorum. "Demek ki gecenin karanlık anlarından birinde anneannemin erkenden uykusunu terkedip işinin başında oluşu bana hayatın bu küçük detayını anlamam için yardım edecekmiş" diyorum, bugün. Hepimiz çektiğimiz çilelerle içimizdeki o süt çocuğunu pişirip olgunlaştırab

Emanet

Dönüp bakıyorum yine çocukluğuma kaldığım yerden. Serin bir ikindi rüzgarı esiyor evimizin önünden. Ben iğde ağacının yanından mahallenin eski camisinin minaresini görüyorum. Sanki birazdan müezzin ikindi ezanını okuyacak. Her gün okuldan dönüşümün en lezzetli anları olarak yer etmiş bende ikindi vakitleri. Babannem ben okuldan dönünce, hemen bana bir çay sofrası kurardı. Sünmüş peynirin yanında üç kaşık şeker atarak içtiğim çayın lezzetini şimdi bulamıyorum bir türlü. Karnımı doyurunca koşarak sokağa fırlardım. Nasıl güçlü bir iletişimimiz varmış ki arkadaşlarımla birbirimizi elimizle koymuşcasına bulurduk. Dört beş arkadaş bir araya gelir, okulun bahçesinde doyasıya oyunlar oynardık. Akşam ezanı okunmadan evde olmam gerektiğini bilsem de karanlığa kalıp babamdan fırça yerken annemin arkasına saklandığım da vâkidir. Akşamları aileler için biçilmiş bir kaftanmış sanki. Annemlerle beraber oturmak yaptıkları el işi ve örgüleri öğrenmeye çalışmak ama erkekliğin verdiği

Eğrek III

Çocukluk günlerine dönüp bakıyorum bugün yine bir temmuz dokuzundan. Umutlar, hayaller, hedefler ve yaşamayı mümkün kılan her ne varsa yitip gitmiş gibi. Kupkuru bir hayalden öteye geçmiyor gençlik yıllarım. Ömürde kaç kez yaşarız ki temmuz dokuzunu? Bir de bakarsınız ki temmuz ölüme yaklaşmış yirmi dokuzunda. Otuzunda ölecek olan temmuz için, benim gibi bir insanın ömründen otuz üç kere geçmiş olması çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Eğrekten ilk kez aşağı mahalleye indiğim gün... Siyah önlüklerini giymiş iki küçük kız çocuğunun arasında, yine siyah önlüklü ve onların ellerinden tutmuş sırtında bir okul çantasıyla küçük bir erkek çocuğu...Okulun kapısına beş on metre mesafede daha sonradan musalla taşı olduğunu öğreneceğim, benim gibi küçük bir çocuk için gayet büyük bir beton parçası. İlginç değil mi? Okulun bahçe kapısı önündeki geniş alanı, mahallenin cenaze törenlerinin icra edildiği bir alan yapmış mahalle ahalisi. Şimdi düşünüyorum da kalem ve defterle tanışmak için g

Eğrek II

Çocukluk yıllarım evimizle eğrek denilen çeşmenin bulunduğu sınırlarda geçti. Okula başlayana kadar, kendi başıma hiç o sınırları geçtiğimi hatırlamam. Okula giderken mahallenin aşağı cenahını hiç görmediğimi söylesem yanlış olmaz. O nedenle hatırladığım dünya küçücük ama içerisinde devasa anıları, özlem dolu yılları barındırıyor.  Çocukluğumun küçük dünyasının en büyük ülkesi evimizin arka bahçesi. Bu bahçe sonradan nice engebesiyle karşılaştığım hayata göre daha az engebeli. Hayata ve yıllara karşı benden daha sağlam duran bir ceviz ağacı var bahçemizin baş tarafında. Okuma ve yazma öğrendiğim zamanlarda en büyük ablamla benim adımı gövdesine kazıdığım ceviz ağacı, isimlerimiz üstünde yaşlansa da hala sapasağlam duruyor. Hemen  birkaç adım ötedeki sarı kiraz, ceviz ağacı kadar dayanıklı olmasa da sırtını yeni evin çatısına doğru  dayamış yıllarla güreşiyor.  Az ileride, üstteki dallarını dört bir yana salmış dut ağacı öylece beni bekliyor sanki. Olgunlaşan dutlar dalından

Eğrek I

Nice kaybolup giden   şey gibiydi çocukluğum... Hatırladığınız ilk şey neydi? Ben bu soruyu uzun süredir soruyorum kendime. Kendimi bulutlu ve yağmur yağmak üzere olan bir havada iğde, elma, dut ve erik ağacının bulunduğu evimizin önünde  yemyeşil bir bahçeyi seyrederken ve beş yaşında olduğumu hissederek buluyorum. En eski görüntü bu zihnimdeki.  Sanırım, ilk hatırladıklarım beş yaşımdan. Okula henüz başlamadığım o yıllardan hatırladığım çok sayıda şey var:  Evimizin önündeki kara kirazın evimizin çorak bacasına uzanan dallarından kiraz yediğimi, bacadaki loğ taşını, evimizin üstündeki tepede komşumuzun çocuklarıyla küçük taşları toplayarak -güya- evler yapışımızı, okula gidene kadar evimizin çevresinden hiç ayrılmadığımı, evimizin aşağısında bulunan eğrek isimli çeşmeden su içtiğimi ve o çeşmeden suyun kalından inceye süzülüşünü, evimizin arkasındaki bahçede serçeleri izleyişimi, karıncaları yüklerini taşırken takip edişimi, mahallenin çocuklarının elinde sapan görü