Dönüp bakıyorum yine çocukluğuma kaldığım yerden. Serin bir ikindi rüzgarı esiyor evimizin önünden. Ben iğde ağacının yanından mahallenin eski camisinin minaresini görüyorum. Sanki birazdan müezzin ikindi ezanını okuyacak.
Her gün okuldan dönüşümün en lezzetli anları olarak yer etmiş bende ikindi vakitleri. Babannem ben okuldan dönünce, hemen bana bir çay sofrası kurardı. Sünmüş peynirin yanında üç kaşık şeker atarak içtiğim çayın lezzetini şimdi bulamıyorum bir türlü. Karnımı doyurunca koşarak sokağa fırlardım. Nasıl güçlü bir iletişimimiz varmış ki arkadaşlarımla birbirimizi elimizle koymuşcasına bulurduk. Dört beş arkadaş bir araya gelir, okulun bahçesinde doyasıya oyunlar oynardık. Akşam ezanı okunmadan evde olmam gerektiğini bilsem de karanlığa kalıp babamdan fırça yerken annemin arkasına saklandığım da vâkidir. Akşamları aileler için biçilmiş bir kaftanmış sanki. Annemlerle beraber oturmak yaptıkları el işi ve örgüleri öğrenmeye çalışmak ama erkekliğin verdiği haklı gururla becerememek nedense beni hiç üzmüyordu. Babannemin sürekli bizi terbiye eden bilinç altımıza işlemiş klasik deyimlerinden nasiplenmenin de ne kadar hoş olduğunu anlamak yirmi küsür seneme mal olmuş. Şimdiki aklım olsa babannem konuştukça onları not eder bir kitap çıkarır köşeyi dönermişim.
Akşamları öten çekirgeler, guguk kuşları neredeler şimdi kim bilir? Giden çocukluk günlerim de onların yanında mıdır? Geceleri simsiyah gökyüzünde parlak bir inci gibi dizilen yıldızlar o eski yıldızlar mı acaba? Karanlık yerlerden tek başıma geçerken hissettiğim korkuya şahit olan o yıldızlar şimdi acaba aynı gökyüzünde mi? Bu soruları sormamak mümkün değil kendime. Daha bir iki hafta önce çocukluk diyarımda bir yatsı vakti yürürken, gökyüzünde yıldızlar olduğunu fark ettim. Hem de yaklaşık on yıl sonra yıldızların gökyüzünde olduğunu gördüm tıpkı çocukluğumdaki gibi. Bu baktığım karanlık dumanlı gökyüzü o çocukluğumdaki gökyüzü mü acaba?
Sabahları uyanıp okula koşarak ve isteyerek gittiğim o günlerden, sabahları uyanmak istemediğim bu günlere nasıl geldiğimi bilmiyorum. Günün her kısmının ayrı bir tadı olan o zamanlardan, günün akşam olana kadar hangi anında olduğunu fark edemediğim bu zamanlara nasıl vardım, bilmiyorum. Şimdi geçen ömür kadar kalan ömür, gidenler kadar gelecek güzellikler var mı, bilmiyorum. O yıldızlı geceler, o şen şakrak gülmeceler, oyunlarım, gece uyumak için çitten atlattığım koyunlarım neredeler, bilmiyorum. Gelen, geçen, giden diye sıfatlandırdığım her şeyi biri bana vermiş de sonra, ben değerini anlayamadan benden almış gibi.
Bildiğim ise şu:
Ne varsa şu koskoca âlemde
Koskoca arsa şu küçücük âlem de
Söyler durur işte Seyfi Kalem de:
Senin sandık-ların bir emanettir!
Altın sandık-ların bir emanettir!
Yorumlar
Yorum Gönder