Ana içeriğe atla

Seyahatname: Konya

Aksaray’dan çıkarken gerçekten de nereye süreceğimizi bilmeden çıkmıştık yola. Kervan yolda dizilir hesabı. Yakınımızdaki en iyi alternatif Konya’ydı. Yolda üniversite yıllarımdan dostlarımla iletişim sağladığımız gruba bir mesaj attım, aracımızın burnunu Konya’ya çevirdiğimizde. Şansa bakın ki gruptaki Konyalı dostum Sacid, işi gereği memleketinden ayrılmış olsa da o gün Konya’ya gelmiş. Sacid bizi beklediğini haber verdi ve biz de ona doğru yol almaya başladık. Nihayet Konya’ya ulaştık. Sacid’in yanına gitmeden önce, “Ne olursan ol yine gel!” diyen Mevlânâ’nın davetine icabet ettik. O meşhur yeşil küçük minarenin restorasyon faaliyetleri kapsamında etrafını kaplamışlardı. Biraz üzüldük ama “Konya’da gezilecek görülecek nice yer var.” diyerek Panoroma Müzesi’ne sürdük. Konya’nın tarihi eserlerini görmeden önce onların minyatürleriyle hasbihal etmiş olduk. Ardından bizi bekleyen dostum Sacid’in yanına vardık. Yaklaşık on yıl sonra bir dostu yeniden görmenin lezzetiyle Konya’nın seyir tepesine çıktık. Gözlerimizin önünde alabildiğince uzanan şehre doyasıya baktık ve ardından Sacid’in bizi götürdüğü pidecide Konya’nın çıtır etli ekmeğinin tadına baktık. Bu, sıradan ve mütevazi pideci dükkânı şatafatlı mekanların bize sunacağından çok daha fazlasını tattırmıştı. Böylelikle bir mihmandar eşliğinde yapılan gezinin ne kadar da farklı olabileceğini hemen oracıkta bir kez daha kavramış olduk. Sacid bizi akşama dek o kadar çok yere götürmüştü ki akşam olduğunda dermanımız kalmamıştı. Konya’nın Karatay’ındaki meşhur alışveriş mekanları arasında Aziziye Camisi’ni ziyaretle başlamıştık. Ardından Nasip Çay Ocağı’nda içtiğimiz çayın tadı damağımızda çarşıyı şöyle bir kolaçan ettik. Mehmet Ağa Çeşmesi’nin karşısındaki küçük camiyi ziyaretimiz ve çeşmenin yanı başındaki eski sokakları arşınlayışımız bir başka haz vermişti bana. O sokaklar arasında yürürken kendimi eski dönemlerde yaşayan bir insan gibi hayal edişim aklıma geliyor. Konya’da bütün yolların Mevlânâ’ya çıkması da hiç şaşırtmamıştı beni nedense. Yusuf Ağa Kütüphanesi’nin yanından geçtiğimizde Mevlânâ Müzesi’nin Dervişân Kapısı önünde küçük birkaç hatıra fotoğrafı çekildik. Meydandaki büyük caminin önüne konulmuş Konya yazısının arkasından fotoğraf çekilmezsek Konya’yı incitmiş olabileceğimizi düşündük. Kapı Cami’ne doğru ilerledik merakla. Asıl adının İhyaiyye olduğunu ve eski Konya Kalesi’nin kapılarının birinin çevresinde bulunduğu bilgisini okuduk kapısındaki tabeladan. Tekrar çarşıya dönüp bir çay molası verdik. Sonra demli çayın verdiği dinginlikle Şerafettin Türbesi’nin önünden geçerek Şemsi ziyaret ettik. Şems’in kabri onun adıyla anılan Cami içerisinde sükûnet içinde duruyordu. Dışarıdaki park ise Şems’i gizlemek için yapılmış gibiydi. Akşam’a Alaattin Tepesi’ne varıp bir musalla saltanatımızı ihya eyledik tepedeki camide. Ayırılırken Alaattin Tepesi’nden Konevî’ye çevirdik yönümüzü. Akşamla yatsı arasındaki dar vakitte Şeyh Sadreddin Konevî’nin türbesinin yeşil ışıkları arasında baktık karanlığa. Sonra her kıymetli şey gibi yalnızlığa mecbur olan Hatipoğlu Tavusbaba Cami’ni kendimize günün son durağı olarak seçtik.   Sacid’in bizim için ayarladığı yurda eşyalarımızı bıraktıktan sonra Konya’nın silüetini bir de geceleyin gözlemlemek istedik haliyle. Konya gündüz bir başka gece bir başkaydı. Serin serin çaylarımızı yudumladığımız tepede ertesi günün bize neler getireceğini hesaba koyulduk. Ertesi gün Konya'nın müzelerini ziyaret edip müze defterine bir not bıraktık. "Ne olursa olsun yine gel" mottosuyla Konya'ya veda edecektik ki arabamızı park ettiğimiz yeri bir saat aramak zorunda kalıp yorulduk ve canımız sıkıldı. Neyse ki sonunda arabayı bularak bir rahatlama ve sevince gark olduk. Eğer kaybetmeseymişiz arabamızın park yerini Konya'dan ayrılmanın hüznünü yaşayacaktık heralde diyorum kendi kendime. 

Konya'dan sonra yolumuz Antalya'ya oradan Isparta'ya sonra Ankara'ya ve sonra tekrar Tokat'a çıkacaktı. Bu efsane gezinin devamını sizinle paylaşmak için vakit bulabilecek miyim bilmiyorum ama gezmekten daha kaydadeğer bir şey olmadığını geç öğrendiğimi söyleyebilirim. Tabi, benim gibi, gezilerinizi hemen kayıt altına almazsanız çok sayıda kaydadeğer şeyi kaybetmiş oluyorsunuz sanırım. 12 Ağustos 2021'de bu yazıyı size aktarmakıydım ancak şimdiye kaldı. Neyse ki akılda kalmasa da birçok ayrıntı fotoğraflarda var. Buyurun Konya'dan kareler.. Bu arada unutmadan Dostum Sacid'e en kalbi  muhabbetlerimle...




































Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ds-160 formu, hatalar ve çözüm

Ds-160 formu ABD vizesine başvurmak için doldurulan temel bir formdur. Formla ilgili ciddi bir stres yaşadığım için normal yazılarımın içeriğinden farklı olarak bu konuya birilerine yardımcı olmak adına yer vermek istedim. İlgili olmayanlar sizi diğer yazılarımı okumaya davet ediyorum:)  Ds-160 ABD vize formu cennete gidenlerin doldurabileceği türden. Cennete alıyorlar sanki sizi o nedenle de böyle zorluyorlar. Cennete gideceklerin bile hataları olduğuna göre, bu formu doldururken hata yaptınız diye dert etmeyin. Aslında işi bilirseniz yarım saatte dolduruluyor. Nitekim ikinci Ds-160'ı düzenlemek yarım saat sürmedi. Birinciyi sormayın :)  Öncelikle belirtmeliyim ki, konuyla ilgili Türk internet sitelerinde düzgün bir yanıt bulamadım. Bir cevap varsa bilmiyorum, ben bulamadım. Şimdi, bundan sonra başına benzer problem gelebilecekler için bu yazıyı kaleme alıyorum. Bu yazı sütten ağzı yanan birinin kaleminden dökülmüştür. Öncelikle yazı, hatasını düzeltmek ist

Tübitak'ın 2214-A Bursuna Başvurmak: Davet mektubu

Tübitak 2214-A yazı dizisini yaklaşık 11 aylık bir sürecin sonunda yazma ihtiyacı duydum. Çünkü 2214-A burs serüveni ciddi bir emek gerektirmekteydi ve gereken emeği harcayarak bugüne gelince, bu yola düşenlerin ne kadar yardıma ihtiyacı olduğunu anladım. Birazdan bu serüvenimi noktasına virgülüne varana dek size aktaracağım. Ancak bunu bölüm bölüm sunmanın daha faydalı olacağını umarak, davet mektubu almak la ilgili yaşadıklarımı bu yazıda anlatacağım. Bu arada, yazının muhatapları akademik camiada yer alan lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tamamı olabilir. Ancak bir projenin ve çalışmanın nasıl geliştiğini merak eden herkes de gayet tabî, bu yazı dizisinden istifâde edebilir. O halde başlayalım: Tâ lise yıllarımda Tübitak diye bir kurumdan haberdar olmuştum. Bazılarınız "Geç kalmışsın" diyebilir, hiç sorun değil. Şuan geldiğim noktada, hayatta öğrenmem gereken o kadar çok şeye geç kaldığımı görüyorum ki. Konuyu dağıtmadan devam edelim. Tübitak, o

Davet Mektubu Örneği

Tübitak 2214-A bursuna başvururken hocanızın size nasıl bir mektup yazacağını ona iletmeniz açısından iş görecek bir örnek sunacağım.  Ben Amerika'daki danışmanıma Türkiye'deki fakültem adına (Üniversite ve fakülte adının ve ambleminin yer aldığı antentli kağıdıyla) aşağıdakine benzer bir mektup yazdım. Tübitak'ın benden istediği şartları orada sıraladım. Böylece Amerika'daki danışmanıma Türkiye'deki fakülte dekanlığının imzaladığı bir metinde meramımı iletmiştim. O da kendi üniversitesinin antentli kağıdına yazdığı şu mektubu pdf. olarak göndermişti.  Hocanıza "örnek olarak bu türden bir şeye ihtiyacım var" derseniz, işiniz kolaylaşabilir.  Tabi bunu fakültenizin ağzıyla söylerseniz işler daha da kolaylaşabilir. Böyle bir mektup hazırlar bunu başvurmak istediğiniz tüm üniversitelere de proposal ve cv ekleyerek gönderirseniz yine iş görmesi açısından etkili olabilir. Denemekte ve sonucu burada paylaşmakta yarar var. O halde, herkese kolaylıklar.