Ana içeriğe atla

Seyahatname: Aksaray


s




Akşam oluyor Aksaray’dan içeri girdiğimizde. Aksaray’daki dostum Şuayip’le görüşmek için küçük bir iletişim trafiği yaşarken tarihin izleriyle göz göze geliyoruz. Nihayet hesapta olmayan bir buluşma ile neredeyse on yıllık bir ayrılık son buluyor. MEB’in Hizmet İçi Eğitim Merkezi’ndeki mekanımıza eşyalarımızı bıraktıktan sonra Ihlara Vadi’sinin oluşturduğu açlığı, Aksaray’ın Konya ile rekabetini simgeleyen çıtır ve ince etli ekmeğiyle def eyliyoruz. Çaylarımızı yudumlarken Anadolu akşamlarının serinliği buğulandırıyor elimizdeki bardağı. Eskilerden açılıyor söz; okul anılarımız ve muzipliklerimiz yeniden gülümsetiyor yüzümüzü.  

Aksaray akşamlarından heybemize koyabileceğimiz bir manzaranın peşine düşüyoruz. Aksaray’ın tepeden görünümüne doğru sürerken arabamızı, trafikte karşılaştığımız araçların plakaları gurbetçilerin şehre yazın getirdiği canlanmayı yakinen müşahede etmemizi sağlıyor. Şehrin çok büyük çoğunluğunun yurt dışına göç etmiş olması nedeniyle ilginç bir şekilde gelişmesi, zihnimde İstanbul Aksaray’ının bile buradan büyük olduğu ön yargısını yerle bir ediyor karanlıklar içinde ışıltılı ve alabildiğince geniş şehre bakarken. Tokat’ta sağ yanağıma yediğim tokatı Aksaray’da sol yanağıma da yiyerek akıllanıyorum afaki düşüncelerimden dolayı. 

Gecenin başlangıç saatlerine dek serin bir manzarada hasbihal ettikten sonra sohbetimizin şeker oranını yükseltmeye karar veriyoruz. Dostumuzun bunca ikramının ardından şekerinin düşmemesi için künefe ve dondurma ile sabah yapacağımız kahvaltıya hazırlık yapıyoruz. Nihayet yatağımıza uzanıp gerimizde bıraktığımız uzun yolu önümüzde kısaltacağımız yola uyumlu hale getirme düşüncesiyle uykuya dalıyoruz. 

Sabah olduğunda kahvaltıya iniyoruz. Kaldığımız mekandan birtakım seminer ve kurslar almak için gelen öğretmenlerle bir arada öğrencilik yıllarımda yurtta yaptığımıza benzer bir kahvaltı yapıyoruz. Bu kadar nostalji yeter diyerek yurttan pardon öğretmenevinden ayrılıp şehri keşfe çıkıyoruz. İlk etapta İstanbul Fatih’tekine benzeyen çarpık yapılaşma beni üniversite yıllarında İstanbul Aksaray’da sokak aralarından geçerek okula gittiğim günlere götürüyor. Arkadaşımı aradığımda “Şehrin neresi gezelim?” sorusu yerine “Derse ne zaman girelim?” demekten son anda vazgeçiyorum. 

Biraz yürüdükten ve iç karartan sokakları geçtikten sonra tarihin gülümseyen yüzü meşhur Ulu Cami’yi bizi beklerken buluyoruz. Cami içinde çocuklar için yapılan yaz dersine kulak verirken minberin olağanüstü bir sabırla işlendiğini görüyoruz. Yakından bakıp incelerken sizi bu kadar uzaklara götüren ve aynı zamanda da iç dünyanızın en derinlerinde yaşadığınızı hissettiren bu şeylerin sanat eseri adıyla neden anıldığını daha iyi anlıyorum. Bu nedenle camiden istemsizce çıkarak Zinciriye Medresesi’ni aramaya koyuluyoruz. O da bizi çok yormadan Aksaray Saat Kulesi’ne yakın bir noktada çıkıveriyor karşımıza. 

Zinciriye Medresesi, bir sanat eserinin size yaşattığı tarifsiz duyguları daha da bir körüklerken ilginç bir biçimde böyle bir duygu yoğunluğu arasında içeride sükûnet buluyorsunuz. Burada ders okuyan ve okutan insanların nasıl da dış dünya ile bağlarını koparıp kendi iç seslerini dinlemeye koyulduklarını hayal ediyorsunuz. Taşın soğukluğunu sanatın sıcaklığına dönüştüren ve kalem tutan elleri bir duvara bakarken görebilecek kadar ufkunuz açılıyor dört yanı kapalı olan avluda. İçerideki mütevazı kütüphanede kitap okurmuş gibi bir poz vermektense saatlerce oturup okumak istiyorsunuz ama nafile: Vakit dar. Nedense hüzün tonunda ayrılıp içime farklı duygular katacak başka bir sanat eserinin neşe perdelerini aralamak arzusuyla dışarı çıkıyorum. 

Dışarda hemen Zinciriye Medresesi’nin yanı başında Azmi Milli Müzesi karşılıyor bizi. Kapısı açık bu müzeden içeri girince fi tarihinden kalma bir çamaşır makinasını gözlemlerken müzenin ziyaretçilere açık defterini fark ediyoruz. Son sayfasında yer bulamadığımız için arka kapağın iç yüzüne bir ziyaret notu da biz düşüyoruz. Ardından Eğri Minare'ye doğru kaldırımları arşınlamaya koyuluyoruz. Eğri Minare'ye varmadan yolda bizi Aksaray Anadolu Lisesi karşılıyor; akabinde de Tarihi Aksaray Hamamı dışardan fark edilen sade görünümüyle bir şehri gezmeden onun hakkında yorum yapma gafilliğinden -yani ön yargı kirinden- bizi paklamaya kafi geliyor.

Aksaray’da son durağımız Aksaray Müzesi oluyor. Anadolu’da gerçekleşen ilk beyin ameliyatına konu olan kafa tasından bebek cesetlerine ve çok sayıda arkeolojik bulguya ev sahipliği yapan bu küçük müzenin bahçesinde bir de Aksaray’ın meşhur çoban köpeğinin -Aksaray Malaklısı- müzelik hali içimizi burkarak Aksaray’dan ayrılıyoruz. Sırada neresi var inanın o ana kadar biz de bilmiyoruz. Bakalım! Sonraki yazı, yolumuzun düştüğü diyarın neresi olduğunu haber verecek. Diğer yazıda görüşmek dileğiyle…











































































Yorumlar

  1. Emeğine sağlık hocam. Çok güzel anlatmışsın. Her zaman beklerim.:))

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ds-160 formu, hatalar ve çözüm

Ds-160 formu ABD vizesine başvurmak için doldurulan temel bir formdur. Formla ilgili ciddi bir stres yaşadığım için normal yazılarımın içeriğinden farklı olarak bu konuya birilerine yardımcı olmak adına yer vermek istedim. İlgili olmayanlar sizi diğer yazılarımı okumaya davet ediyorum:)  Ds-160 ABD vize formu cennete gidenlerin doldurabileceği türden. Cennete alıyorlar sanki sizi o nedenle de böyle zorluyorlar. Cennete gideceklerin bile hataları olduğuna göre, bu formu doldururken hata yaptınız diye dert etmeyin. Aslında işi bilirseniz yarım saatte dolduruluyor. Nitekim ikinci Ds-160'ı düzenlemek yarım saat sürmedi. Birinciyi sormayın :)  Öncelikle belirtmeliyim ki, konuyla ilgili Türk internet sitelerinde düzgün bir yanıt bulamadım. Bir cevap varsa bilmiyorum, ben bulamadım. Şimdi, bundan sonra başına benzer problem gelebilecekler için bu yazıyı kaleme alıyorum. Bu yazı sütten ağzı yanan birinin kaleminden dökülmüştür. Öncelikle yazı, hatasını düzeltmek ist

Tübitak'ın 2214-A Bursuna Başvurmak: Davet mektubu

Tübitak 2214-A yazı dizisini yaklaşık 11 aylık bir sürecin sonunda yazma ihtiyacı duydum. Çünkü 2214-A burs serüveni ciddi bir emek gerektirmekteydi ve gereken emeği harcayarak bugüne gelince, bu yola düşenlerin ne kadar yardıma ihtiyacı olduğunu anladım. Birazdan bu serüvenimi noktasına virgülüne varana dek size aktaracağım. Ancak bunu bölüm bölüm sunmanın daha faydalı olacağını umarak, davet mektubu almak la ilgili yaşadıklarımı bu yazıda anlatacağım. Bu arada, yazının muhatapları akademik camiada yer alan lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tamamı olabilir. Ancak bir projenin ve çalışmanın nasıl geliştiğini merak eden herkes de gayet tabî, bu yazı dizisinden istifâde edebilir. O halde başlayalım: Tâ lise yıllarımda Tübitak diye bir kurumdan haberdar olmuştum. Bazılarınız "Geç kalmışsın" diyebilir, hiç sorun değil. Şuan geldiğim noktada, hayatta öğrenmem gereken o kadar çok şeye geç kaldığımı görüyorum ki. Konuyu dağıtmadan devam edelim. Tübitak, o

Davet Mektubu Örneği

Tübitak 2214-A bursuna başvururken hocanızın size nasıl bir mektup yazacağını ona iletmeniz açısından iş görecek bir örnek sunacağım.  Ben Amerika'daki danışmanıma Türkiye'deki fakültem adına (Üniversite ve fakülte adının ve ambleminin yer aldığı antentli kağıdıyla) aşağıdakine benzer bir mektup yazdım. Tübitak'ın benden istediği şartları orada sıraladım. Böylece Amerika'daki danışmanıma Türkiye'deki fakülte dekanlığının imzaladığı bir metinde meramımı iletmiştim. O da kendi üniversitesinin antentli kağıdına yazdığı şu mektubu pdf. olarak göndermişti.  Hocanıza "örnek olarak bu türden bir şeye ihtiyacım var" derseniz, işiniz kolaylaşabilir.  Tabi bunu fakültenizin ağzıyla söylerseniz işler daha da kolaylaşabilir. Böyle bir mektup hazırlar bunu başvurmak istediğiniz tüm üniversitelere de proposal ve cv ekleyerek gönderirseniz yine iş görmesi açısından etkili olabilir. Denemekte ve sonucu burada paylaşmakta yarar var. O halde, herkese kolaylıklar.