Ana içeriğe atla

Kaçınılmaz (,) Son

Zamanın devletleri var: asırlardan,  orduları yıllardan, bölükleri aylardan, birlikleri haftalardan mangaları günlerden askerleri ise saatlerden... Bir savaş bizimkisi zamanla, sonunda mağlup olacağımız.  Zaman karşısında yalnızız. Kime sorsak bugün, 'Nasıl geçti zaman' diye?  Çoğu, daha dün gibi hatırlıyorum gençlik yıllarımı, çocukluğumu diye sıralar muhtemelen cümleleri. Bana da sorsanız, ben de şu bir yıl nasıl geçti, günlerden oluşan kocaman ordum nasıl da mağlup oldu New York'taki zamana karşı savaşıma, bilmiyorum. New York'ta zaman sekiz saat geriden gidiyor, bu yazıyı okuduğunuz dilin diyarına göre. 

Zamanı geriden takip ederken zamanda daha ileri olan bir şehir burası. Zamanla bir ileri bir geri mücadele ederken koca bir yıl geride kaldı. Gerimde bırakıp geldiklerimse hep aklımda kaldı. Yeni bir kültürle karşılaşan her insan gibi, kendi kültürümle Amerikan kültürünü kıyaslamaya başladım ilk zamanlar. Neden biz de bu kadar gelişememiz diye hayıflandığım günlerden bugünlere gelirken Türkiye ve ABD arasındaki kıyaslamalarım devam etti. Kendimce nedenler aradım aramızdaki farklılıklara, benzerliklere. Aramızda benzerlik olan hususlar yok denecek kadar azken farklılıklarsa sayılamayacak kadar çok. Buyurun biraz aklımda kalanlardan söz edeyim:

Esenlerde neredeyse altı yıl yaşadım. Sonunda intihara meyilli biri haline gelmişken, nasıl olduysa New York'a savurdu beni kader. Esenlerden Brooklyn'e gelince, ilk dikkatimi çeken şey, iskan mahallinde kaportacıların veya motor dükkanlarının olmayışıydı. Evlerin belli bir düzende ve yükseklikte olması en belirgin görsel farklılıkların başında geliyordu Brooklyn ve Esenler arasında. Kaldırımların geniş olması, cadde ve sokakların neredeyse her üç beş metrede bir, ağaçlara ev sahipliği yapması başka bir farklılığıydı Brooklyn'in. Buraya gelmezden evvel, Brooklyn'in New York'un varoş bölgelerinden biri olduğunu duymuştum. Geldikten sonra keşke bizim varoşlarımız da böyle olsa demiştim kendi kendime. İlk gün Jet-Lag etkisiyle mülahazalarım aşağı yukarı böyle olmuştu. Ertesi gün oturduğum bölgeyi keşfe çıkmıştım. Bizim oralarda "Bir milyoncu" diye anılan hırdavatçılar gibi burada da 1 Dolarlık malzeme satan Çinli'lerin dükkanları vardı. Bu dükkanları gezip sonra da yakınlarda cep telefonu hattı bulacağım bir telefoncu bulmuş, 20 dolar gibi bir meblağa -yanılmıyorsam- 5 gb internet paketi almıştım. Hemen oracıkta beni üzen başka bir durumla daha karşılaşmıştım: Bizim insanımızın kanını emen telefon operatörleri... Ne yazık ki Türkiyede hem telefonda konuşmak hem mesaj atmak hem de internet kullanımı için ayrı ayrı para ödeyip telefon hatlarımızı kullanıyoruz. Yani Türkiye'de konuşmak ve mesaj atmak için extra bir ödeme söz konusu. Oysa burada yalnızca internet paketi için ödeme yapıyorsunuz. Amerika içerisindeki her yere sınırsız arama ve mesaj atma hakkına sahip oluyorsunuz. Telefoncudan çıkıp metroya gittiğimde, bir aylık sınırsız metro kart yüklemesi yapmıştım. Yanlış hatırlamıyorsam 121 dolar gibi bir rakamdı. Türkiye'deki parayla kıyaslayınca inanılmaz bir pahalılık söz konusu oluyor haliyle. Metrolardaki eskiliği görünce bizim metrolarımızın daha güzel olduğunu düşünmüştüm. Daha sonra bu metronun 200 yıllık bir tarihe sahip oluşunu ve New York'taki toplu taşımanın yüzde 90 oranında trenlerle yapıldığını öğrenince böyle bir metro ağını bunca yıl öncesinden hayata geçirmelerine şaşırmıştım. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve A, B, C, D, E, F, G, J, L, M, N, Q, R, S, Z  tren hatları şu an aklıma gelenler.


Şu an ilk günlerden zihnime kazınan anları hatırlamaya çalışıyorum. Daha sonra Columbia University'e gitmiştim. Kampüse, kütüphanelere, müslüman öğrencilere ibadet etmeleri için tahsis edilen binaya, Columbia'nın simgesinin hemen yani başında kilise bulunuşuna bakınca, benzer bir üniversite ortamının Türkiye'de din ve devlet işlerinin birbirine karıştırılması olarak değerlendirileceğini düşünerek kıyaslamaya devam etmiştim. En çok etkilendiğim yönü kütüphaneleriydi. Çünkü daha sonra New York Public Library'e gitmiş, oraya da hayran kalmıştım. İçeride, benim gibi turist gelenler kadar çalışmaya gelenlerin olması dikkat çekiciydi. Binalarının ihtişamı, avenue ve streetlerinin sistematiği, yaşanabilir kılınmış ortamlarıyla beni gerçekten çok etkileşmişti New York. Bunlar ilk zamanlardan zihnimde yer edenler. New York, benim için hala aynı güzelliğe sahip bugün.

Başka bir açıdan, geldiğim dönemdeki ilk bir kaç ay havasının soğukluğunu iyi hatırlıyorum. Havasının soğukluğu kadar trenlerinin aksamalarını, sokaklardaki homeless'ların (evsizler) perişan vaziyetini de hatırlıyorum. İnsanlarının para için durmaksızın çalıştığını, ciddi bir aile kurumunun olmayışını, ne kadar ileri giderse gitsinler bir taraflarından sefalet aktığını daha sonra farketmeye başlamıştım. Tuvalet gibi bir kültürlerinin olmadığını da eklemeliyim. Böylesine gelişmiş, sistemli bir şehri inşa edenler fiziksel imkanlar bakımından ne kadar ilerleseler de insanlığa merhamet bahşedecek kadar manevi bir merhale katedememiş görünüyorlar.

Öte yandan,  beni en çok cezbeden yönlerden biri de bu kadar çok etnik, kültürel ve dini unsurun bir arada yaşayabilmesiydi. İnsanların birbirlerini yargılamalarına şahitlik etmedim. Kimsenin birbirinin inancına ve örfüne karşı saygısızlık yaptığına da şahit olmadım. Sonra dönüp bizim içimizdeki farklılıkları düşündüm. Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Gürcü, Ermeni, Hristiyan, Yahudi, Müslüman, Ateist, Deist, Dinli, Dinsiz, İmanlı, imansız ve ilhan mansız olmak üzere:) aşağı yukarı biz de bu toplumun küçük bir örneği mesabesindeyiz. Fakat bizde olduğu kadarıyla insanların birbirlerini yargılamasına -belki de bulunduğum ortamlardan dolayı- pek rastlamadım. Ancak, genel itibariyle insanlara insanların insanca muamele ettiğini gördüm. Bizde ise insanlara insanların Tanrıca muamelesi söz konusu sanki. Herkes birilerini cennete, cehenneme ya da bir makama, bir çevreye, bir kimliğe atamak konusunda ısrarcı.

Aklıma şimdi gelen hususlardan birisi de New York dışında gittiğim eyaletlerin güzelliği. New York'un dışına çıkınca İstanbul'un dışına çıkmış gibi olmadım hiç. Gittiğiniz Amerikan eyaletleri yine benzer karakteristiklere sahip. Caddeler, binalar, ormanlar, doğal alanlar ve hatta insanlar aynı şekilde inşa edilmiş gibi. Diğer şehirlerin ve oraların insanının tabiki kendilerine has bir dokusu var fakat aynı gelişmişliği ya da yakın bir seviyeyi diğer bölgelerde de bariz bir biçimde görüyorsunuz.  İstanbulu gözleri kapalı dinleyen şair yaşasaydı, hiç şüphe yok  kulaklarını da kapatırdı. Bozkırın ozanları, ozanlıklarını bozulup kırılan yüreklere tanıklık ederek icra ederdi zannımca.

Yaptığım değerlendirmeler ve kıyaslamaların sonucundaki eksikler, tamamen bir yönetime veya bir öncekilere atfedilemez. Bu eksikler, bizim tarihsel tecrübemizle Amerika'nınkinin farklığının bir sonucu kanaatimce. Biz yıkılmış bir devletin küllerinden geriye dirilmeye çalışırken, bulunduğumuz coğrafyanın kritikliği nedeniyle ayağa kalktıkça sendeleyip düşmüşüz. Amerika ise benzer savaş maceralarını kendi sınırları içine bir mermi bile düşmeden atlatmış. Çevresinde kalkan görevi icra eden okyanuslarıyla, tek yok oluş tehdidini doğal afetlerden almış. Benim gibi buralara gelip hayran kalanların bir kusuru var: Burada özgürlüklerin inanılmaz boyutta olduğunu görüp bunun kaynağını sorgulamamak. Amerikadaki özgürlük ve refahın bizim buraya hayran kalarak sandığımızın aksine, sömürülen toplumların ve onların yeraltı ve üstü zenginliklerinin, çok özelde  petrollerinin, dökülen kanlarının, öldürülen bebeklerinin, akıtılan göz yaşlarının yardımıyla sağlandığını belirtmek bu satırların kaçınılmaz sonu olduğunu görmelisiniz.

Ne demiştik yazının başında? Zamanın karşısında durabilecek bir güç yok. Her şeyi yok edip öğüten bir canavar zaman. Zamanın karşısında devletlere, milletlere, insanoğluna ve bu satırlara  düşen tek bir şey var:

Kaçılmaz, son.


İşte New York'tan kareler...











































































































.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ds-160 formu, hatalar ve çözüm

Ds-160 formu ABD vizesine başvurmak için doldurulan temel bir formdur. Formla ilgili ciddi bir stres yaşadığım için normal yazılarımın içeriğinden farklı olarak bu konuya birilerine yardımcı olmak adına yer vermek istedim. İlgili olmayanlar sizi diğer yazılarımı okumaya davet ediyorum:)  Ds-160 ABD vize formu cennete gidenlerin doldurabileceği türden. Cennete alıyorlar sanki sizi o nedenle de böyle zorluyorlar. Cennete gideceklerin bile hataları olduğuna göre, bu formu doldururken hata yaptınız diye dert etmeyin. Aslında işi bilirseniz yarım saatte dolduruluyor. Nitekim ikinci Ds-160'ı düzenlemek yarım saat sürmedi. Birinciyi sormayın :)  Öncelikle belirtmeliyim ki, konuyla ilgili Türk internet sitelerinde düzgün bir yanıt bulamadım. Bir cevap varsa bilmiyorum, ben bulamadım. Şimdi, bundan sonra başına benzer problem gelebilecekler için bu yazıyı kaleme alıyorum. Bu yazı sütten ağzı yanan birinin kaleminden dökülmüştür. Öncelikle yazı, hatasını düzeltmek ist

Tübitak'ın 2214-A Bursuna Başvurmak: Davet mektubu

Tübitak 2214-A yazı dizisini yaklaşık 11 aylık bir sürecin sonunda yazma ihtiyacı duydum. Çünkü 2214-A burs serüveni ciddi bir emek gerektirmekteydi ve gereken emeği harcayarak bugüne gelince, bu yola düşenlerin ne kadar yardıma ihtiyacı olduğunu anladım. Birazdan bu serüvenimi noktasına virgülüne varana dek size aktaracağım. Ancak bunu bölüm bölüm sunmanın daha faydalı olacağını umarak, davet mektubu almak la ilgili yaşadıklarımı bu yazıda anlatacağım. Bu arada, yazının muhatapları akademik camiada yer alan lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tamamı olabilir. Ancak bir projenin ve çalışmanın nasıl geliştiğini merak eden herkes de gayet tabî, bu yazı dizisinden istifâde edebilir. O halde başlayalım: Tâ lise yıllarımda Tübitak diye bir kurumdan haberdar olmuştum. Bazılarınız "Geç kalmışsın" diyebilir, hiç sorun değil. Şuan geldiğim noktada, hayatta öğrenmem gereken o kadar çok şeye geç kaldığımı görüyorum ki. Konuyu dağıtmadan devam edelim. Tübitak, o

Davet Mektubu Örneği

Tübitak 2214-A bursuna başvururken hocanızın size nasıl bir mektup yazacağını ona iletmeniz açısından iş görecek bir örnek sunacağım.  Ben Amerika'daki danışmanıma Türkiye'deki fakültem adına (Üniversite ve fakülte adının ve ambleminin yer aldığı antentli kağıdıyla) aşağıdakine benzer bir mektup yazdım. Tübitak'ın benden istediği şartları orada sıraladım. Böylece Amerika'daki danışmanıma Türkiye'deki fakülte dekanlığının imzaladığı bir metinde meramımı iletmiştim. O da kendi üniversitesinin antentli kağıdına yazdığı şu mektubu pdf. olarak göndermişti.  Hocanıza "örnek olarak bu türden bir şeye ihtiyacım var" derseniz, işiniz kolaylaşabilir.  Tabi bunu fakültenizin ağzıyla söylerseniz işler daha da kolaylaşabilir. Böyle bir mektup hazırlar bunu başvurmak istediğiniz tüm üniversitelere de proposal ve cv ekleyerek gönderirseniz yine iş görmesi açısından etkili olabilir. Denemekte ve sonucu burada paylaşmakta yarar var. O halde, herkese kolaylıklar.