Ana içeriğe atla

Columbia University: Si(s)tem


Columbia, New York City Upper West Manhattan'da Broadway ve Amsterdam Avenue'ler arasında 116. Street üzerinde 1 nolu metro istasyonun yanı başında College Walk, Steps, Alma Mater Heykeli, Sundail, Butler Library, The Library of Columbia denilen simgeleriyle zihnime yeni bir oda açan üniversite. Size 1754 yılında kurulmuş New York'un en eskisi Amerika'nın da beşinci en eski üniversitesi diye tanımlayabilirdim ama ben Columbia'yı yaşadığım kadarıyla anlatmak istiyorum;  kitaplardan, Wikipedia'dan okuduğum kadarıyla değil.


İlk gittiğim gün trenleri karıştırmam aklıma geliyor. 1 treni almayıp D treniyle Morningside tarafındaki parkın yokuşundan tırmanıp Amsterdam Avenue'ya geldiğim o ilk gün... Knox Hall'a varışım ve içeriye girip güvenliğe Restroom nerede diye soracak kadar İngilizce pratiğimin olmayışı. Restroom kelimesinin ne anlama geldiğini orada öğrenişim...

Size bunları anlatıyorum çünkü....

Çünkü buraya gelmeden önceki kişi değilim ben. Zihnim belki de 2 artı1 bir evdi gelmeden. Şuan da en az üç artı 1 diye tahmin ediyorum. Yeni bir oda daha açıldı düşünce dünyamda. Açılan bu odada neler var? Belki heybeme doldurduğum şeyleri tek tek anlatmak zor. O nedenle, sizlere de buraya gelmeyi şiddetle tavsiye ederek başlamalıyım. Columbia University, adını bile bilmediğim bir New York üniversitesiydi ben Türkiyedeyken. Başka bir yazımda Columbia'yı ülke olan Columbia zannettiğimi de söylemiştim. İşin doğrusu o, New York City'deki en iyi okul. Columbia'dan başka NYU, CUNY gibi üniversiteler de var ama bu üniversitelerin hepsi Columbia'nın genel anlamda kampüs imkanlarıyla en iyi özelliklere sahip okul olduğunu kabul etmekte. Siz de bu yazıyı okurken benim o dönemlerdeki durumumdaysanız, yani bu okuduğunuz üniversite isimleri size yabancı geliyorsa, dert etmeyin, bir gün benim gibi Brooklyn'de ya da New York'un bir yerinde evinizde çayınızı yudumlarken, o kadar da gözünüzde büyüteceğiniz bir şey olmadığını siz de anlayacaksınız.


Geldiğim ilk günlerde büyülenmiş gibiydim. Neden mi?

Tek başına Butler Library 8 buçuk milyonun üzerinde kitaba ev sahipliği yapmakta. Bütün Columbia kütüphaneleri ise 18 buçuk milyon. Kütüphane'nin içindeki çalışma ortamları, küçük odacıklar, fotokopi ve tarayıcı imkanları, kafeteryası, veri tabanı o kadar olması gerektiği gibi ki. Eğer ilim gibi bir derdiniz varsa buranın cennetten bir köşe olduğunu düşünmeden edemezsiniz. Kimileri çok abarttığımı söyleyebilir, hiç sorun değil. Sorun ne biliyor musunuz? Sorun, bana burayı bu kadar büyük gösteren şey: Daha önce böylesi bir imkanla karşılaşmamış olmam. Şimdi bu yazıyı yazıyorum ki, bu imkanlarla karşılaşabilecek insanlara ulaşabileyim. Onları buradan haberdar edeyim ve onlar da diğerlerini. Böylece buraya gelmek ben fakire nasip olduğu gibi siz zenginlere de nasip olsun.


Buralarda rastladığım Çinli, Hindistanlı, Pakistanlı, Güney Koreli ve diğer milletler gibi  Türkiyeli de olmalı. Eğer o milletlerden olduğu kadar Columbia'lı Harvardlı, Princetonlu, Yale'li, Cuny'li, Nyu'lu ve diğer dünya devi üniversiteli öğrencilerimiz, araştırmacılarımız, hocalarımız olmazsa biz kendi sahamızda top çevirip kendi ligimizde şampiyon olup şampiyonlar liginden habersiz olmaya devam edeceğiz. Böylelikle benim gibi buraya gelmeden önce bu okulların adını bile bilmeyen birçok akademisyenle akademi yaparak geliştiğimizi düşüneceğiz. Buraya gelmeyen buradaki okulların adını bilmeyen akademisyen elbette hala akademisyendir fakat ne kadar eksiği olduğunu, ne kadar fazlası olduğunu göremeyen bir akademisyendir. Burası size kendinizi tartma imkanı veriyor. Kısacası, ilim Çinde de olsa alınız hadisini kendimize söyleyip dururken Amerika'da veya başka bir yerde ilim adına olan bitenden habersiz olarak bu hadisi tam anlamıyla tatbik etmiş olamıyoruz. Eleştirmek istediğim için değil, geliştirmek istediğim için bu satırları okuyorsunuz.

Biraz olsun eksiklerimizden ve bizde de olması gerekenlerden bahsetmek istiyorum. En çok ihtiyaç duyduğumuz şey kitaplar, kütüphaneler ve bunların yaygınlaştırılması. Üniversitelerin çevrelerinin okey salonlarına nargile kafelere dönüştürülmesinden çok ders çalışılacak araştırma yapılacak alanlarla donatılması gerekiyor. Kampüsler gerçekten öğrencilerin arı gibi çalıştığı alanlar olmalı. Tıpkı burada olduğu gibi. Her bir binada dünyanın kaderini geleceğini etkileyecek bilimsel faaliyetlerin tartışıldığı salonların olması gerekiyor. Aslında bugün ülkemizde açılan bir çok yeni üniversite buna benzer imkanlara sahip. Fakat gel gelelim en zayıf olduğumuz husus kütüphane kısmı. Kitap sayımız Butler Library'deki  kadar olan bir kütüphane hiç duymadım ve görmedim. Umarım ben bilmiyorumdur da benim eksiğimdir.

Öte taraftan, fotokopi ile ilgili bir önerim olacak ama fotokopiçiler tarafından linç edilebilirim. Columbia'da öğrenciler dışardaki kırtasiyelere ihtiyaç duymaksızın kendi evrak işlerini rahatlıkla hallediyor. Hocalar da öyle. Herkesin bir üniversite ID'si var. Bütün Columbia'lılar sisteme bu ID bilgileriyle internet üzerinden girip, çıktısını almak istediği evrakı bilgisayardan seçip doğrudan kütüphanenin içindeki yazıcılardan birine göndererek çıktılarını alabiliyor. Sayfa başına 0.10 cent gibi bir rakam ödeyen öğrencilerin parası doğrudan üniversitenin kasasına gidiyor. Bir bakıma otobüse binerken yüklediğimiz akbil mantığıyla çalışıyor fotokopi sistemi. Bütün para nasıl belediyenin kasasına gidiyorsa burada da para üniversitenin kasasına gidiyor. Üniversite böylelikle extra bir gelir kaynağı da edinmiş oluyor. Fakat Türkiye de tıpkı ulaşım sisteminde minibüslerin olması gibi üniversite çevresi de fotokopiçilerler dolu. Minibüsler extra para kazanmak için trafiği felç ederken, fotokopiciler de bilginin asıl sahibi olan akademisyenin üretimini kendilerine mal ederek kazanç sağlıyorlar. İşin vahim tarafı, minibüscüler ve fotokopicilere bunu söyleseniz ekmeklerine mani olduğunuzu söyler sizi linç ederler. Halbuki onlar hakları olmayan bir şeyin kazancını bizdeki sistemin bozukluğundan hak diye elde etmişler. Diyeceksiniz ki, her şey bitti de üç-beş lira fotokopi, minibüs parasına mı takıldın? Hayır takılmadım. Vurgulamak istediğim şey tamamen sistematiğimizi geliştirmeden el yordamıyla yaptığımız işlerin faturasının nasıl da büyük sorunlara yol açtığına işaret etmek . Bu küçücük bir örnek sadece.

İkinci bir husus olarak da üniversitelerimizin gelişmiş bir internet veri tabanı olmayışı. İstanbul Üniveristesi gibi dünyanın en eski üniversitelerinden biri olduğu iddasında bulunan bir üniversite, aslında bu iddiasında çok da haksız değil(!) Çünkü İstanbul Üniversitesi, öğrencilerinin ve personelinin internet üzerinden yapacakları işlemler için daha bir kaç yıl öncesine dek dünyanın en ilkel araçlarından birini kullanıyordu. Nokta denilen bu sistem tamamen fiyaskoydu. Şimdi Aksis sistemi var fakat hala ciddi bir biçimde geliştirilmeye ihtiyacı var. Bizde bu işlerden anlayan elemanların azlığından olsa gerek Columbia'nın sistemine benzer bir sisteme sahip olmamız hayal gibi duruyor. Kısa bir örnekle bu konudaki eksiğimizi söyleyeyim:

Bir dönem boyunca Columbia Teachers College'da akademik yazım dersi aldım. Hoca dersten önce sisteme okunması ve edinilmesi gereken bütün verileri yüklüyor. Dersten önce öğrenci bu materyallere erişiyor. Sonra öğrenciler dersi gelip dinliyor ve hoca bu dersi ders esnasında videoya kaydediyor. Dersten sonra ders sisteme video olarak yükleniyor. Tabiki bu dersin öğrencisi olmayan kimseler içeriğe erişemiyor. Ders bitiminde hoca sisteme yapılacak ödevleri de yüklemiş oluyor. Öğrenciler diğer derse kadar, sisteme hocanın yüklediği görevleri sistem üzerinden tamamlıyor. Dersin bittiği hafta ise herkes dersle ilgili bir final projesi yapıyor. Bu projeyi öğrenciler yine aynı sisteme yükleyerek hocanın yapılan ödevlere eleştirilerini ve düzeltmelerini görmeleri mümkün oluyor. Sınav denilen bir şey yok. Herkes bu sistem üzerindeki ödevleri yaptığı ölçüde not alıyor. Başka bir ifadeyle, görevlerini tamamlayıp derse tam katılım sağlayan öğrenciler bu faaliyetleri yaparsa karşılığını alıyor. Bu şekilde sınav öncesinde edinilen devasa bilgilerin sınavdan sonra yok olmasının önüne geçiliyor.

Kanatimce, minibüslerimiz ve fotokopilerimiz bizim kültürümüzün bir parçası hadi bunu kabul ettik de, bir de bu veri tabanınını  eğitimimizin bir parçası haline getirsek ne güzel olur. Öte yandan, belirtmem gereken bir şey daha var: Akademik yazım dersi aldığım hocanın hazırlamış olduğu içeriği geliştirdiğini ve verdiği ödevlere harfiyen bakıp hatalı yönleri düzelttiğini görünce hayret etmiştim. İnanılmaz bir emek gerektiren bu işi bizim üniversitelerimizde aynı özveriyle yapan çok az sayıda akademisyen olmasına şahitlik ettiğim için üzgünüm. Kısacası her şeyi mükemmel hale getirebilmenin yolu bir sistem oluşturmaktan geçiyor. Eminim ki bizim öğrencilerimizin ve hocalarımızın böyle bir sistematik içerisinde başarılı olması kaçınılmaz olacaktır.

Sitem etmeye bir es vererek si(s)tem geliştirmeye ilk adımı bu yazıyla atmak bana nasip olsun!




















































Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ds-160 formu, hatalar ve çözüm

Ds-160 formu ABD vizesine başvurmak için doldurulan temel bir formdur. Formla ilgili ciddi bir stres yaşadığım için normal yazılarımın içeriğinden farklı olarak bu konuya birilerine yardımcı olmak adına yer vermek istedim. İlgili olmayanlar sizi diğer yazılarımı okumaya davet ediyorum:)  Ds-160 ABD vize formu cennete gidenlerin doldurabileceği türden. Cennete alıyorlar sanki sizi o nedenle de böyle zorluyorlar. Cennete gideceklerin bile hataları olduğuna göre, bu formu doldururken hata yaptınız diye dert etmeyin. Aslında işi bilirseniz yarım saatte dolduruluyor. Nitekim ikinci Ds-160'ı düzenlemek yarım saat sürmedi. Birinciyi sormayın :)  Öncelikle belirtmeliyim ki, konuyla ilgili Türk internet sitelerinde düzgün bir yanıt bulamadım. Bir cevap varsa bilmiyorum, ben bulamadım. Şimdi, bundan sonra başına benzer problem gelebilecekler için bu yazıyı kaleme alıyorum. Bu yazı sütten ağzı yanan birinin kaleminden dökülmüştür. Öncelikle yazı, hatasını düzeltmek ist

Tübitak'ın 2214-A Bursuna Başvurmak: Davet mektubu

Tübitak 2214-A yazı dizisini yaklaşık 11 aylık bir sürecin sonunda yazma ihtiyacı duydum. Çünkü 2214-A burs serüveni ciddi bir emek gerektirmekteydi ve gereken emeği harcayarak bugüne gelince, bu yola düşenlerin ne kadar yardıma ihtiyacı olduğunu anladım. Birazdan bu serüvenimi noktasına virgülüne varana dek size aktaracağım. Ancak bunu bölüm bölüm sunmanın daha faydalı olacağını umarak, davet mektubu almak la ilgili yaşadıklarımı bu yazıda anlatacağım. Bu arada, yazının muhatapları akademik camiada yer alan lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tamamı olabilir. Ancak bir projenin ve çalışmanın nasıl geliştiğini merak eden herkes de gayet tabî, bu yazı dizisinden istifâde edebilir. O halde başlayalım: Tâ lise yıllarımda Tübitak diye bir kurumdan haberdar olmuştum. Bazılarınız "Geç kalmışsın" diyebilir, hiç sorun değil. Şuan geldiğim noktada, hayatta öğrenmem gereken o kadar çok şeye geç kaldığımı görüyorum ki. Konuyu dağıtmadan devam edelim. Tübitak, o

Davet Mektubu Örneği

Tübitak 2214-A bursuna başvururken hocanızın size nasıl bir mektup yazacağını ona iletmeniz açısından iş görecek bir örnek sunacağım.  Ben Amerika'daki danışmanıma Türkiye'deki fakültem adına (Üniversite ve fakülte adının ve ambleminin yer aldığı antentli kağıdıyla) aşağıdakine benzer bir mektup yazdım. Tübitak'ın benden istediği şartları orada sıraladım. Böylece Amerika'daki danışmanıma Türkiye'deki fakülte dekanlığının imzaladığı bir metinde meramımı iletmiştim. O da kendi üniversitesinin antentli kağıdına yazdığı şu mektubu pdf. olarak göndermişti.  Hocanıza "örnek olarak bu türden bir şeye ihtiyacım var" derseniz, işiniz kolaylaşabilir.  Tabi bunu fakültenizin ağzıyla söylerseniz işler daha da kolaylaşabilir. Böyle bir mektup hazırlar bunu başvurmak istediğiniz tüm üniversitelere de proposal ve cv ekleyerek gönderirseniz yine iş görmesi açısından etkili olabilir. Denemekte ve sonucu burada paylaşmakta yarar var. O halde, herkese kolaylıklar.