Ana içeriğe atla

İngilizce Nasıl Öğrenilmez!?



Yazmanın zor olduğunu söyleyenlerimiz var. Bugün okuduğum bir pasaj ise yazmanın değil yazmaya başlayıp onu sürdürmenin zor olduğunu söylüyordu. Hiç şüphesiz, bu, çok isabetli bir iddia. Bu paragrafı burada bir müddet yalnız bırakıp yeni bir tanesine geçeceğim. Siz de takdir edersiniz ki en büyük aşklar kavgayla başlasa da yeni paragraflar yeni bir düşünceyle başlar.

Bir kaç gün evvel uzunca bir sohbetin ardından dostlarımdan biri Amerikadaki tecrübelerimi paylaşmamı istemişti. Buradan hareketle yazmaya verdiğim uzun araya bir son vereyim istedim. Amerika'ya gelirken en temel hedeflerimden biri, akademik olarak yazmayı öğrenmekti. Akademik yazım denilen, Türkiye'de icrasına pek az rastladığım bu zahmetli işin usulünü öğrenmek derdindeydim. Ama gelin görün ki, buraya gelince sudan çıkmış balığa dönüyor insan. Çünkü Türkiye'nin yabancı dillerle imtihanı hepimizi derinden etkilemiş. On aydır İngilizce öğrensem de on yıldır burada eğitim gören bir arkadaşımın: "Ne yapsan Türkçedeki gibi rahat olamıyorsun" demesini çok iyi anlıyorum. İlk altı ay Columbia'da katıldığım derslerde hiçbir şey anlamadan ve konuşmadan saatlerce dinlediğim zamanlar... Columbia'da dersler bitince NYU'da her gün yapılan halka derslerine katılışım... Orada da insanlarla tanışıp "Nerelisin, ne iş yapıyorsun?" sorularının ardından derste konuşulan konuyla ilgili görüş belirtmeye gelince, tıkanıp kalmalarım... Bu ders ortamlarında tanıştığım bir çok arkadaşla dersten sonra yaptığımız çay-kahve sohbetlerinde, kendi uzmanlık alanımla ilgili konuşmam istenildiğinde, yine, iki lafı bir araya getiremeyişlerim... Bu durumlar öylesine canımı sıkıyordu ki, onların yanından ayrılınca kulaklıklarımı kulağımdan  hiç çıkarmıyor, uyurken radyoyu kapatmıyor, gördüğüm her şeyin İngilizce manasını düşünüyordum. Neredeyse on aydır böyle yapmadan geçirdiğim bir tek gün yok gibiydi. Türk arkadaşlarla sohbet ettikten sonra kendimi günah işlemiş gibi hissedip koşarak İngilizce bir şeyler okumaya, dinlemeye gidiyordum. Bazen "Neden burada doğmamışız ya da daha önce buraya gelmemişiz?" diye kendimi suçlarken, "Acaba bu suçlamayı İngilizcede nasıl yaparım?" sorusunu kendime sorduğum bile oluyordu. Şimdi bu satırları okuyan herkes bir Amerikalı gibi İngilizce konuşmaya başladım dememi bekliyor gibi hissediyorum. Evet, İngilizce konuşabiliyor, okuyabiliyor, dinleyebiliyor ve yazabiliyorum. Nasıl içiniz rahat mı, bunu söylettiniz bana? :) İşin şakası bir yana, bu iş o kadar kolay değil. İngilizce'yi hangi alanda ne için kullandığınız önemli. Bugün kendi anadilimizde bile peş peşe üç cümle kuramayacağımız konular var. Tıp, siyaset ve din hariç tabi. :) Mesele dil bilmekle ilgili olduğu kadar konuları ve terimleri de bilmekle ilgili. Bununla birlikte ana dilinizdeki tecrübeniz bir ömrü kapsarken İngilizcedeki tecrübeniz henüz on aylık. Yani siz on aylık bir bebeğin 34 yasında bir adamla söz düellosuna girmesini mümkün görebiliyor musunuz? Ya da okuduğunuz bu yazıyı on aylık bir bebeğin yazdığını ispatlarsanız, ben de bu yazı işini bırakmaya söz verebilirim. (Belki de 100 yıl sonra bebekler benim gibi yazabilirler. O zaman ben de yazmayı bırakmış olurum zaten. Bu da gelecekteki yazar-bebek arkadaşlara:) öngörülü bir adam olduğum izlenimi versin diye buraya düştüğüm bir nottur.)

Öte yandan, yeni ama pek de alakasız olmayan bir konuyla bu paragrafa giriş yapacağım.  İngilizce konuşamayınca veya telaffuz ederken bir hata yapınca bizim insanımız birbiriyle alay ediyor. Bu hepimizin şahit olduğu bir gerçeklik. Hatta ben de Fatih Hoca'nın bir maçın ardından İngilizce verdiği demeci dinleyip dalga geçiyordum bir zamanlar (Allah affetsin). Sonradan bu hatama tövbeler ettim. Neden mi? Amerikalı bir arkadaşıma, konusu açılınca izlettiğim Fatih hocanın videosunun ardından güldüm, arkadaşım bana : "Gayet güzel klasik Türk aksanıyla konuşuyor deyip neden güldüğümü sordu. Bunun üzerine, "Bak! "Tabela" dedi, bu İngilizce bir kelime değil" dediğimde bunu normal karşıladı. Bu diyalogtan sonra kendimden, kendimizi bu kadar aşağıladığımız için utandım. Aynı zamanda, kendimin bile doğru düzgün konuşamadığı bir dili, babayiğitçe cesaret edip hata yapmaktan çekinmeksizin konuşan bir adamı alay konusu yapmaya çalıştığım için de bin pişman oldum. İşte, bizim dil bilmeyişimizin kökeninde bu hastalıklar ve kompleksler var: Kendimize güvenmemek, hata yaparım diye korkmak. Başarısızlıklarımızın temelinde de -özellikle de Türkler tarafından- alay edilme korkusu var bunu da vurgulamalıyım. Yoksa elin Amerikalısı umursamıyor bile.

Yukarıda yalnız bıraktığım bir paragraf vardı, yazmakla ilgili. O paragrafı iyi anlamaktan yanayım. "Yazmak değil zor olan yazmaya başlamak". Yazmaya başlayanlarımız bilir. Bizim yazı geleneğimiz giriş, gelişme ve sonuçtan ibarettir.  Girişlerimiz sert ve iddialı, gelişmelerimiz abartılarla dolu, sonuçlarımız ise tavsiyelerle. Özellikle de kendimizin yapmadığı şeyler hakkında öğütlerle. Yazmak için okumak, okumak için anlamak, anlamak için düşünmek, düşünmek için de insan olmak gerek. O halde, yazmak için insan olmak yeter. Akademik yazmayı öğrenme macerama gelince, o hala sürüyor. Bir paragrafı yedi saatte yazıyorum. Sonra da olmamış bu! diyen Amerikalı arkadaşıma sen İngilizce biliyor musun? :) diyerek esprimi yaptıktan sonra hatırlıyorum ki öğrenmek için sadece çabalamak gerek niye mi?

"...insan için çabasından başkası yoktur." da ondan.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ds-160 formu, hatalar ve çözüm

Ds-160 formu ABD vizesine başvurmak için doldurulan temel bir formdur. Formla ilgili ciddi bir stres yaşadığım için normal yazılarımın içeriğinden farklı olarak bu konuya birilerine yardımcı olmak adına yer vermek istedim. İlgili olmayanlar sizi diğer yazılarımı okumaya davet ediyorum:)  Ds-160 ABD vize formu cennete gidenlerin doldurabileceği türden. Cennete alıyorlar sanki sizi o nedenle de böyle zorluyorlar. Cennete gideceklerin bile hataları olduğuna göre, bu formu doldururken hata yaptınız diye dert etmeyin. Aslında işi bilirseniz yarım saatte dolduruluyor. Nitekim ikinci Ds-160'ı düzenlemek yarım saat sürmedi. Birinciyi sormayın :)  Öncelikle belirtmeliyim ki, konuyla ilgili Türk internet sitelerinde düzgün bir yanıt bulamadım. Bir cevap varsa bilmiyorum, ben bulamadım. Şimdi, bundan sonra başına benzer problem gelebilecekler için bu yazıyı kaleme alıyorum. Bu yazı sütten ağzı yanan birinin kaleminden dökülmüştür. Öncelikle yazı, hatasını düzeltmek ist

Tübitak'ın 2214-A Bursuna Başvurmak: Davet mektubu

Tübitak 2214-A yazı dizisini yaklaşık 11 aylık bir sürecin sonunda yazma ihtiyacı duydum. Çünkü 2214-A burs serüveni ciddi bir emek gerektirmekteydi ve gereken emeği harcayarak bugüne gelince, bu yola düşenlerin ne kadar yardıma ihtiyacı olduğunu anladım. Birazdan bu serüvenimi noktasına virgülüne varana dek size aktaracağım. Ancak bunu bölüm bölüm sunmanın daha faydalı olacağını umarak, davet mektubu almak la ilgili yaşadıklarımı bu yazıda anlatacağım. Bu arada, yazının muhatapları akademik camiada yer alan lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tamamı olabilir. Ancak bir projenin ve çalışmanın nasıl geliştiğini merak eden herkes de gayet tabî, bu yazı dizisinden istifâde edebilir. O halde başlayalım: Tâ lise yıllarımda Tübitak diye bir kurumdan haberdar olmuştum. Bazılarınız "Geç kalmışsın" diyebilir, hiç sorun değil. Şuan geldiğim noktada, hayatta öğrenmem gereken o kadar çok şeye geç kaldığımı görüyorum ki. Konuyu dağıtmadan devam edelim. Tübitak, o

Davet Mektubu Örneği

Tübitak 2214-A bursuna başvururken hocanızın size nasıl bir mektup yazacağını ona iletmeniz açısından iş görecek bir örnek sunacağım.  Ben Amerika'daki danışmanıma Türkiye'deki fakültem adına (Üniversite ve fakülte adının ve ambleminin yer aldığı antentli kağıdıyla) aşağıdakine benzer bir mektup yazdım. Tübitak'ın benden istediği şartları orada sıraladım. Böylece Amerika'daki danışmanıma Türkiye'deki fakülte dekanlığının imzaladığı bir metinde meramımı iletmiştim. O da kendi üniversitesinin antentli kağıdına yazdığı şu mektubu pdf. olarak göndermişti.  Hocanıza "örnek olarak bu türden bir şeye ihtiyacım var" derseniz, işiniz kolaylaşabilir.  Tabi bunu fakültenizin ağzıyla söylerseniz işler daha da kolaylaşabilir. Böyle bir mektup hazırlar bunu başvurmak istediğiniz tüm üniversitelere de proposal ve cv ekleyerek gönderirseniz yine iş görmesi açısından etkili olabilir. Denemekte ve sonucu burada paylaşmakta yarar var. O halde, herkese kolaylıklar.