Ortada görünen tepe 20. Zırhlı Tugay
Zamanın orduları var üzerimize saldığı, günlerden aylardan. Bir savaşın ortasındayız. Toz dumana karışmış. Zaman kılıcından yara almış hayallerimiz, pıhtılaşıyor toprağı sulayan umutlarımız. Savaşımız zamanla. Kaybedeceğimizi bile bile galip gelmenin hayalini kuruyoruz. Kurduğumuz hayaller kuruyor, kurumuş hayaller özlem alevine düşünce, hüzün ateşi oluveriyor.
Sekiz yıl aradan sonra bir vesile ile yolumuz düştü Urfa'ya. Şehre iner inmez ilk nefesimde Urfa'nın fesleğen ve sümbül karışımı kokusu beni sekiz yıl önceye götürdü. Hafızamın üzeri o kadar tozlanmış ki...Bana Urfa'yı bu denli unutacaksın deselerdi asla inanmazdım. Konaklayacağımız mekanın, balkonundan geçmişime bakma imkanı bulmuş olmam inanılmaz hoş bir duyguydu. Serin ve sümbül kokulu bir havada tuttuğum nöbetlerde hissettiklerimi yeniden yaşamak, içimi yakan bir hüzne atıverdi kurumuş hatıralarımı. Sonrasında sabahın ilk ışıklarıyla çiseleyen yağmur damlaları sümbül ve fesleğen kokusuna toprak aroması ekliyordu ve ben yarım yılımı geçirdiğim o devasa manzarayı izliyordum. Bir daha buraya döneceğimi ve askerliğimi geçirdiğim yirminci zırhlı tugayı bir şair edasıyla izleyip özlem duyacağımı hiç ama hiç ummuyordum. Ama ömür varsa insan nice olmaz dediğinin olduğunu görebiliyor.
Sabah olduğunda, askerlik boyunca merkez komutanlığına derse gitmek için yürüdüğüm o uzun caddeyi adımlarken sanki sağımdan solumdan askerlik arkadaşlarım çıkacakmış gibi heyecanlıydım. Ama yürürken görmeye alıştığım bazı yerleri ve arkadaşları görememek o günleri özlemiş olduğumu anlamama yetti de arttı. Sonra merkez komutanlığının sokağındaki fırının hala orada olduğunu görünce nedense bir mutluluk duydum. Çünkü fırının az ilerisinde bir yığın hatıra bıraktığım komutanlık binasını görmeye alışkındım. Fakat askerlik anılarımı, bir parkın beton taşları altında ruhuma bir fatiha okuyan yok mu diyerek beklediğini görünce kalakaldım...
Hayattayken kendi kabrinizi ziyaret etmek gibiydi bir günlük Urfa ziyareti. Öte yandan, İstanbul'un hengamesinden uzaklaşarak hatıralarınızın yanı başına oturup bir çay içimi demlenmenin huzuru paha biçilmezdi. Askerdeyken "Neden Urfa peygamberler şehri olmuş da başka bir şehir olmamış?" diye kendi kendime sorduğumda, "Buraya ancak peygamberler sabredebilir de ondan", derdim. Oysa şimdi, "Bana sabretmeyi öğretenlerden biri de peygamberler diyarı Urfa'ymış", diyorum.
Tüm yaşadıklarımızın anlamı olduğuna inananlardanım. Askerden sonra "Hiç de bir şey kaybetmezdim o kısa beş ayı yaşamasaydım askerde" der hayıflanırdım. Oysa yıllar sonra daha iyi anlıyorum geçmişteki kısacık anların manasını. Ayrıca konuyu izah eden bir yazım daha var: "Geleceğin anahtarı" ona da bir göz atın derim. Ancak şimdi, sizi Mustafa es-Sıbâî'nin ifadeleri üzerinde düşünmeye bırakıyorum:
"Hayat fikirlerimizi oluşturur ve fikirlerimiz de istediğimiz hayatı."
Yorumlar
Yorum Gönder