Uzun süredir tv programları hakkında bir yazı kaleme alma efkârı, dedirtiyordu bana: Ne olur bu efkârın da kârı? Dün, nisan ayında yayınlayacağım bir şiir üzerinde çok çalıştığımdan, kafiyeli yazmam, kafiyeye birden bire çok da alıştığımdan.
Şuan bu satırları gözleriniz önüne dökmeyi planlarken bir yandan tv'de nefes almadan konuşan astrolog kadının tavsiyelerini dinliyorum: "Marsın gücüne jüpiterin alttan baskı yapması hepimizin hayatını çok olumsuz etkileyecek. Bu ay yaşayacağımız popüler duygular da var. Mart ayının en aşığı koçlar. Venüs elimizden tutacakmış. 1 Nisan'dan sonra koçun retrosu balığa geçecekmiş. Sevgili boğalar mart ayının en azimlisi. Bekarsanız sevgili boğalar, geçmişteki birtakım insanlardan haber alacaksınız. İkizler siz mart ayında çok hassasınız. Sudan sebeplerle küçük şeyleri büyütebilirsiniz. Arafta ilişkiler yaşayabilirsiniz. Sevgili yengeçler... Dolunayı da arkanıza alırsanız kalbinizin gücüne inanın. Sevgili arslanlar satranç gibi yaşarsınız hayatı. Ay tutuldu güneşinizin üstünde. Size tavsiyem kendinizden kaçmayın. Başaklara geldik... Yedirsin, içirsin, anlatsın. Bunlar başakların özellikleri. Bu ay kıskançlığınız artacak. Teraziler sevdalısınız siz. Jüpiter size gelip gelip gidiyor. Size ikna etmek kalacak, bekarsanız evlilik kararı alacaksınız..."
Bu kadarına yetişebildim söylediklerini yazarken astrolog kadının. Arada kaçan onlarca cümle var ama kalanlar söylediklerinin manasını ihtiva ediyor.
Bu programları ciddiyetle takip eden ne kadar insan var bilinmez. Bunun gibi evlilik programları, diziler ve daha neler neler...Tv'nizde yabancı tv kanalları varsa görmüşsünüzdür. Bizim programlarla onlarınki arasındaki fark jüpiterle dünya arasındaki kadar var. Onlar kültürel ve sanatsal ağırlıkta programlar yapıyor. Hatta adamların dizilerinin çok büyük bir bölümünde konu aklın gücüne ilişkin. Diyeceksiniz ki, onlarda daha beteri var. Elbette haklısınız. Fakat bizde akıl dolu tek bir dizi hatırlamıyorum. Bizim programlarda yiyoruz, içiyoruz, geziyoruz, tozuyoruz. Onun mutfağı, bunun yatak odası, gardırobun savaşı... Tv'den beklemiyorum bilim üretmesini ama istiyorum en azından, insanı para için bu kadar da tüketmemesini.
Bu anlattıklarımı internet aleminde ise blog oluşturup twitter açtığımdan bu yana daha iyi görmekteyim. "Dam üstünde saksağan gel bize bazı bazı" yazarak attığım bir tweet, o zamana kadar tweet olarak attığım tüm beyitlerden daha çok beğeni kazanıyorsa ben yazdığım beyitleri sorgulamalıyım. Çünkü Mars'ın üzerimdeki etkisi beni çok alıngan yapıyor olabilir. Bu arada, alınganlık demişken, kalbini kırdığınız bir dostu aylar geçip arayıp sormuyorsanız, o dostunuz kendi hatasını hala anlayamamış demektir. Bekleyin! Onu size venüsün cazibesinin getirmesini.
Yazı öyle bir hal aldı ki; aklıma bir askerlik hatırası geldi. Buyurun bu kompleks yazıyı bu aziz hatırayla bitireyim:
Askerde bir içtima esnasında komutan; vatan sevgisi, ahlak, arkadaşının arkasını kollama vs. gibi konuları anlatırken, o günlerde popüler olan aşk-ı memnu' dizisini, sadece bir iki cümleyle eleştirerek vatan millet Sakarya konuşmasının sonunda bir askere sordu:
-Bir saattir konuşuyorum. Bu konuşmadan ne anladın oğlum? -askerin cevabını sansürleyerek vereceğim- asker şu mânidar cevabı verdi:
-Demek ki komutanım, yengemizi şeyapmayacakmışız!
Yorumlar
Yorum Gönder