28 Şubat 1997'den bu yana 20 sene doluyor bugün itibariyle. En az 30'lu yaşlarda olanların iyi hatırladığı o postmodern darbe bugün yapıldı. Demokrasiye balans ayarı yapanlar bu darbenin bin yıl süreceğini söylemişlerdi. Neler yapmadılar ki postmodern darbeciler...(Aşağıdaki linkte tamamının bir özetini bulacaksınız.)
Ben o zamanlar imam-hatip ortaokuldayım. İmam-hatiplerin lise kısımları 4 yıl iken o dönemde 3'ler ve 4'ler birlikte mezun edilip orta kısımları kapatıldı. Sonrasında imam-hatip liseleri sadece üç yıl eğitim verdi. İmam hatiplerden mezun olanlar deve iğne deliğinden geçerse ilahiyat dışında bir bölüme gidebilirdi. Ben de 4 yıl kadar deve çobanlığı yaptım. O zamanlar "öss" denilen üniversite sınavında (Türkiye birinciliği dahil olmak üzere) Türkiye derecesi yapan öğrencileri vardı imam hatiplerin. 28 Şubat'la birlikte, imkânı olan öğrenciler özel bir okula veya yurt dışına, olmayanlar ise Türkiye'nin en yüksek puanla öğrenci alan fakültesi ilahiyata gidebiliyordu. Tıp fakülteleri bile ilköğretim din kültürü öğretmenliğinden ve ilahiyattan düşük puanla öğrenci alıyordu. İmam hatipli öğrencilerin ateşine diğer meslek liselerini de yakmıştı Postmodern darbeciler. Çünkü onlar da kendi alanı dışında bir bölüm seçerse puanları tamamen kesiliyordu. Sadece kendi bölümlerini tercih ettiklerinde ek puan alabiliyorlardı. Benim o dönemden kalma küçük bir anım var. Buyrun anlatayım:
Lise son sınıfta dersane açılmıştı memlekete. Biz de "umut fakirin ekmeğidir" diyerek gittik ama nerden bilelim fakirler ölmeliymiş! Ve nerden bilelim, dersaneye lise sonla beraber dört yıl talim edeceğiz. Ve yine nerden bilelim; biz lise sondayken liselere giriş sınavlarına hazırlanan çocuklarla gün gelecek üniversite sınavına gireceğiz. Dersanede kendileri bana soru çözdürmeye gelen nice arkadaşımı sene sonunda üniversiteye uğurluyorken arkalarından bakakalıyordum. Artık dördüncü yılıma girince memlekette ana caddede elimde kitaplarla yürümeye utanır hale gelmiştim. Dördüncü senemin birinci döneminde esnafa kendimi unutturmak için dersaneyi bıraktım. Ben dersaneyi bırakınca esnafın bazısı kendi arasında bir üniversite kurup beni burslu almayı düşünmüş. Bazısı da üniversiteleri telefonla arayıp "böyle bir öğrenci kayıt yaptırdı mı size? Biz artık kaldırımda elinde kitaplarla ona rastlayamıyoruz" demiş (!) Bunlar rivayet tabi :). Neyse meselemize dönelim. Dersanede benden kalan koltuğu hemen bir öğrenci doldurmuş. İkinci dönem olduğunda; askerlik kapıya dayandı artık en iyisi son bir şansımı deneyeyim diye bir kez daha dersaneye gitme kararı aldım. Sonra, ilk deneme sınavında, birinciye 20 puan gibi bir fark atarak koltuğumu geri aldım. Sınav sonrası matematik hocasıyla öğretmenler odasında bazı soruları müzakere ederken içeriye bir kız öğrenci girdi ve hocaya:
-"Hocam bu Seyfi Kalem kim ya?" dedi.
Hoca göz ucuyla bana bakıp gülümseyerek kız öğrenciye cevap verdi:
-" Neden ne oldu ki?" dedi.
Kız öğrenci:"Hocam bana tam 20 puan fark atmış" deyince hoca beni göstererek manidar bir cevap verdi:
"Sen yokken o vardı kızım."
Bu durum üzerine hemen orada bağlama çalarak "bilmem ağlasam mı, ağlamasam mı" türküsünü söylemeyi çok istemiştim.
O günlerde, birçok kimse Türkiye derecesi yapacak puanlar alıp üniversiteye yerleşemeyişimin benim suçum olduğunu söylüyordu ve devam ediyordu: "Gitmeseymişim kardeşim imam hatibe, kendi düşen ağlamazmış, imam hatipler birilerinin arka bahçesi olursa olacağı buymuş. Erbakan kendi imzalamış MGK kararlarını, imzalamasaymış, ihl'ler onun yüzünden kapanmış". Bunlar gibi nice işkembe-i vustâ'dan boş lakırdıyla da muhatap olup üzülüyordum. Yine o günlerde yaşadığım bu buhranlara benimle birlikte ailem de katlanıyordu. Benim gibi nicesinin de öyle. O günün hortumcuları böyle bir kaç nesili acımadan katletmişti işte. Hepsinin üzerinden 20 yıl geçti ama nice insanın umutlarının, hayallerinin üzerinden tankların paletleri geçti...
İşte o günün gerçek hikayesi:
Yorumlar
Yorum Gönder