O gün uzunca bir zamanın ardından Melik yanıma gelecekti. Öncesinde askerde olduğu için yüz yüze görüşememiştik. Birkaç gün öncesinden haberleştik ve nihayet kavuşma anı gerçekleşiyordu. Okulun giriş kapısında bekliyordum onu. Birden o alıştığım gülümsemesiyle koşarak yanıma geldi ve o meşhur güreşci sarılmasıyla sarıldı kemiklerimi kırarcasına. Hâsılı buluştuk ve okulun terasına çay içmeye çıktık. Sınıf arkadaşım Mahmut Hakkı, o esnada Melik'e hoş geldin derken nereden aklıma geldiyse bir fotoğrafımızı çekmesini istedim. Sonra okuldan ayrıldık ve Beyazıt'a gittik.
Melik askerdeyken nişanlanmıştı ve yaza düğün yapmaya hazırlanıyordu. Beyazıt'ta dolaşırken bana öve öve bitiremediği bir tatlıcısı vardı. Orada mutlaka tatlı yememiz gerektiğini söyledi. Ben de merakla "Güllüoğlu falan yanında halt etmiş" dediği bu tatlıcıyı etrafta bakınırken birden seyyar bir araba içerisinde Kemal Paşa tatlısı satan amcanın yanında buldum kendimi. İşte geldik, dedi ama ben yine de seyyar satıcının çevresinde tatlıcı bakınıyordum. Nereye bakıyorsun, tatlıcı burada dedi ve ikişer porsiyon yedikten sonra iddiasında pek de yanılmadığını görmüş oldum. Ardından oradan ayrıldık. Annesine, kardeşlerine, nişanlısına hediyeler aldı. Hala giymeye kıyamadığım bir palto da bana hediye etti. Sonrasında beraber oturduk, eski günlerden, oradan buradan ve düğünü hakkında konuştuk. Akşam oldu. Çemberlitaş'tan tramwaya bindik ve Aksaray'da ayrıldım ben. Tramwayda "sen benim en vefalı gardaşımsın ve top 10'da bir numarasın unutma" dedi. Ben de bunun karşılıklı olduğunu söyledim. Gerçekten de öyleydi onca yıllık dostluğumuza rağmen bir kez olsun birbirimizi kırmamıştık. Aksaray durağına yaklaşırken sarıldık, yine kemiklerimi kırarcasına sıktı ve "düğünüme kesin geleceksin karışmam" dedi. Tam ayrılırken de "Hakkını helal et" dedi. Helal olsun sen de helal et ama "dur hele düğününe geleceğim inşallah", dedim. Sonrasında kapı açıldı indim ve son olarak asker selamı gibi bir selam verdiğini ve gülümseyen yüzünü hatırlıyorum.
Ertesi sabah dersteyken bir mesaj aldım yakınlarımdan birinden. Mesaj direkt olarak Melik'in öldüğünü haber veriyordu (!) Böyle şaka mı olur? dedim, inanmadım. İçimi bir korku sardı inanmasam da. Sınıftan çıktım haberin şaka olmasını dileyerek aradım, bunun gerçek olmamasını her şeyden çok isteyerek sordum fakat ...
Sonrasında sınıf arkadaşlarımı beni teselli ederken buldum. Melik ölmüştü. Daha dün yanımdaydı, nasıl olurdu. Olmuştu ama. Melik artık yoktu ve o gün ben zihnimde yer eden ölümün gerçekte nasıl bir şey olduğunu bizzat anladım. Bunu aranızda çok kişi yaşamıştır. Yakınınızdan birine geldiğinde ölüm, ateşin düştüğü yeri yaktığını daha iyi anlıyorsunuz.
Melik'ten sonra anladım ki; meğer ölüm ne kadar yakınımızdaymış. Her gün karşımıza çıkan trafik kazası haberlerine sıradan bir şeymiş gibi bakıyormuşuz. Yakınından birini kaybetmenin acısını tarif etmek imkansızmış. Dünya bir yana Melik bir yanaymış. Etrafınızda çok sayıda arkadaşınız olsa da hepsinin yeri ayrıymış. Yüreğimizdeki herkes bir denklemin sayıları gibi veya manalı bir cümlenin kelimeleri gibiymiş. Sayılardan birini denklemden çıkardığınızda denklem bozulur, kelimelerden birini cümleden çıkardığınızda anlam bozulur. Efendim fazla söze hacet yok. Sözü Züheyr b. Ebi Sülmâ'ya bırakıyorum: " Ölümü kör devenin yürüşüyüne benzettim: Tosladığını öldürür denk getiremediği ise uzun yıllar yaşar. ..Ölüm sebeplerinden korkan kimseye o sebepeler yine ulaşır. Gök kapılarına merdivenle çıkıp kaçsa da.."
Ölüm, biz hayaller kurarken, planlar yaparken birden çıkıp geliveriyormuş. Ölmeden önce izlenmesi gereken filmler veya diziler nelerdir onu internetten araştırabilirsiniz ancak ben Yunus Emre'nin çok sevdiğim şu dörtlüğünü ölmeden bir gün önce olsun okuyun ve uygulayın derim:
"Gönül Çalab'ın (Allah) tahtı
Çalab gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise."
Yorumlar
Yorum Gönder